93. sayısında EKOIQ, iklim krizinin ve sürdürülebilirliğin akademi üzerindeki etkilerine odaklanıyor. Yeni sayıda, Türkiye’de ve dünyada akademinin iklim krizi ve sürdürülebilirlik bağlamında nabzı tutuluyor. Aynı zamanda yeni sayı Boğaziçi Üniversitesi’ndeki sürdürülememezliğe direnen öğrenci, akademisyen, mezun
Birbölgedeki bitki ve hayvan türlerinin çeşitliliği, o yerin hangi özelliğini ortaya koyar? Bir bölgedeki bitki ve hayvan türlerinin ve çeşitlerinin sayıca zenginliği BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK anlamına gelir. Bir ülkedeki tüm bitki ve hayvan türleri hem o ülkenin hem de dünyanın biyolojik zenginliklerinden sayılır.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) iklim değişikliği sorununa karşı küresel tepkinin temelini oluşturmak üzere 1992 yılında kabul edilmiştir. Sözleşme 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 194 ülke taraf olmuştur.
Makaleler 1. Kentlerde İklim Değişikliğinin Olası Etkilerinin Azaltılmasında Yeşil Altyapı ve Ekosistem Hizmetlerinin Rolü. Ozgur KAMER AKSOY , E. Seda ARSLAN. Ozgur KAMER AKSOY , E. Seda ARSLAN. İnsan ve İnsan. Yıl: 2022 Cilt: 9 Sayı: 33 Sayfa Aralığı: 53 - 62 Doküman Tipi: Makale. ÖZ.
2. Çeşitli hayvanlar ölürler. Örneğin, birçok balık küresel iklim değişikliğinin etkilediği oksijen seviyelerinden dolayı ölmekte. 3. Su yüzeyinde çoğalan algler birçok su canlısı ve su hayvanı için oksijeni ulaşılmaz hale getirmektedir. Aslanayağı (Leontopodium alpinum), 3 bin 400 metre yüksekliğe kadar
Fast Money. İçindekilerKüresel İklim DeğişikliğiAtmosferin Sera Gazı EtkisiKüresel İklim Değişikliği NedenleriFosil Yakıtların KullanımıOrmansızlaşmaTarım UygulamalarıŞehir Isı AdasıAtıklarKüresel İklim Değişikliği EtkileriKüresel İklim Değişikliği ile MücadeleHükümetlerarası Küresel İklim Değişikliği Paneli IPCCRio SözleşmesiKyoto ProtokolüParis İklim AntlaşmasıSivil Toplum KuruluşlarıKüresel İklim Değişikliğini Azaltmaya Yönelik ÇalışmalarKüresel İklim Değişikliğine Uyum Sağlayacak Strateji ve Politikalar Küresel iklim değişikliği lise coğrafya konuları içerisinde yer almaktadır. Bu konu ile alakalı üniversite sınavında AYT bölümünden sorular gelmektedir. Küresel iklim değişikliği, dünyada iklimlerde meydana gelen değişiklikleri kapsamaktadır. İklim doğal unsurlarla sürekli etkileşim halinde olan bir sistemdir. Yörünge ve eksen eğikliğindeki değişim, levha hareketleri ve volkanik faaliyetler iklim koşullarının değişmesine yol açabilir. İklim değişimleri uzun bir zaman içerisinde yavaş yavaş gerçekleşir. Değişimin etkileri uzun bir süre binlerce yıl içerisinde gözlemlenir. Yavaş gelişen iklim değişimleri canlıların büyük bir kısmının değişen koşullara uyum sağlamasına neden olur. Doğal süreçler ve beşeri süreçlerin etkisiyle atmosferdeki gaz bileşiminin bozulması sonucunda iklimlerde meydana gelen değişikliğe küresel iklim değişikliği denilmektedir. Atmosferin Sera Gazı Etkisi Dünya güneşten gelen ışınlardan çok, yerden yansıyan ışınlarla ısınır. Dünyadan yansıyan ışınlar atmosferdeki su buharı, karbondioksit, metan, azot oksit gibi gazlar tarafından tutulur. Bu şekilde dünya ısınır. Yerden yansıyan güneş ışınlarının atmosferdeki gazlar tarafından tutulması olayına sera etkisi denir. Atmosferin bu özelliği dünyanın aşırı ısınmasını engelleyerek 16°C ortalama sıcaklık değerine sahip olmasında atmosferin sera etkisi etkili olmuştur. Küresel İklim Değişikliği Nedenleri Küresel iklim değişikliği nedenleri, insanların atmosferdeki gazların dengesini bozması ve sera etkisine müdahalesi ile beşeri ve ekonomik faaliyetlerle atmosfere gönderilen su buharı, karbondioksit, metan, azot oksit, ve ozon gibi sera gazları küresel iklim değişikliğinin asıl nedenidir. İnsanların küresel iklim değişikliğine neden olan bazı etkileri şunlardır. Fosil Yakıtların Kullanımı Günümüz dünyasında en çok kullanılan fosil yakıtlar kömür, doğal gaz ve petroldür. Sanayi tesislerinde, enerji üretmede, ulaşımda ve konutların ısıtılmasında en çok kullanılan fosil yakıtların yanması sonucu karbondioksit ortaya çıkar. Atmosferde karbondioksit oranının artması küresel ısınmaya neden olur. Fosil yakıt kullanımının artması atmosferdeki sera gazlarının atmasına ve iklim değişikliklerine yol açar. Küresel iklim değişikliklerinin etkisinin azaltılması için fosil yakıtlarının sınırsız kullanımının kademeli olarak düşürülmesi gerekmektedir. Ormansızlaşma Ağaçlar atmosferde yer alan karbonun bir bölümünü depolayarak karbon döngüsünde önemli rol oynar. Ormanların çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi, bu nedenle karbon döngüsünün bozulması küresel iklim değişikliği üzerinde etkili olmaktadır. Tarım Uygulamaları Tarım uygulamalarının bazıları küresel iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Pirinç tarımının yapıldığı bataklıklarda bakteriler karbondioksitten daha etkili olan metan gazını üretir. Tarımda kullanılan azotlu gübreler azot oksit olarak atmosferde birikir. Tarım alanlarında anız yakılması bitki kalıntılarının yakılması karbondioksidin çıkmasına neden olur. Tüm bu tarım uygulamaları küresel iklim değişikliklerine neden olmaktadır. Şehir Isı Adası Şehirlerde bitki topluluklarının zayıf olması, betonlaşmanın fazla olması, havadaki partiküllerin asılı taneciklerin fazla olması şehirleri sıcaklık ortalamasının fazla olduğu ısı adalarına dönüştürmektedir. Atıklar Atıkların gömülmesi veya yakılmasıyla ortaya çıkan gazlar küresel ısınmaya ve dolayısıyla küresel iklim değişikliğine yol açmaktadır. Küresel İklim Değişikliği Etkileri Klimatik kökenli doğal afetlerin yaşanması Meteorolojik ve hidrometeorolojik kökenli doğal afetlerin yaşanması Ekonomik ve sosyal etkilerin ortaya çıkması Buzulların erimesi Deniz seviyelerinin yükselmesi Kıyı ekosistemlerinin değişmesi Okyanus sularında asitliğin artması Biyoçeşitliliğin azalması Çölleşme Küresel İklim Değişikliği ile Mücadele Küresel iklim değişikliğine neden olan büyük ölçüde insan olduğu için, çözümde insanın elindedir. Yaşanabilir bir dünya için küresel iklim değişikliği ile mücadele hükümetlerin, sivil toplum kuruluşlarının, bilim insanlarının ve toplumdaki tüm bireylerin yerel veya ulusal sorumluluk üstlenmesi gerekir. Hükümetlerarası Küresel İklim Değişikliği Paneli IPCC IPCC Birleşmiş Milletlere bağlı Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından iklim değişimine insan etkilerini değerlendirmek amacıyla kurulmuştur. Rio Sözleşmesi 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre Sözleşmesi iklim değişiminin etkilerinin azaltılması konusunda uluslararası ilk antlaşmadır. Kyoto Protokolü Rio sözleşmesi hükümetleri bağlayıcı olmadığından dolayı 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde güncellenrek kyoto protokolünü almıştır. 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye 2009 yılında taraf olmuştur. Kyoto Protokolüne 191 ülke ve Avrupa Birliği dahildir. Kyoto Protokolü Amacı Atmosferdeki sera gazlarının oranını ülkeler 1990 yılı seviyesinin %5 altına çekecektir. Fosil yakıtlar yerine alternatif enerji kaynakları kullanılacaktır. Daha az enerji tüketen sistemlere geçilecek 2013-2020 yıllarını kapsayan taahhüt dönemi sonrası, Katar’ın başkenti Doha’da alınan kararla 2020 yılında Sera gazı salımının %18 azaltılması kararlaştırılmıştır. Paris İklim Antlaşması Paris İklim Antlaşması sera gazı salımını azaltmaya yönelik antlaşmadır. 191 ülke tarafından imzalanmış, 2016 yılında yürürlüğe girmiştir. Amaçları Küresel sıcaklık artışının 2°C altında kalmasını sağlamak Sera gazı salımını azaltmak Çevreci sürdürülebilir ekonomi politikalarına yer vermek Sivil Toplum Kuruluşları Sivil toplum kuruluşları küresel iklim değişikliğine karşı halkı bilgilendirme, kamuoyu oluşturma ve proje geliştirme gibi amaçları bulunmaktadır. Küresel İklim Değişikliğini Azaltmaya Yönelik Çalışmalar Karbon salınımının azaltılması Tüketim alışkanlığının değiştirilmesi Enerji verimliliği Ormanların korunması Geri dönüşüm Küresel İklim Değişikliğine Uyum Sağlayacak Strateji ve Politikalar Su kaynakların yönetimi Afet risk yönetimi Ekosistemlerin korunması Sağlık tedbirleri Tarım ve gıda güvenliği konularından ekstrem doğa olaylarına çalışmak için bağlantıya tıklayınız. Dünya Doğayı Koruma Vakfının World Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF konuyla ilgili bağlantısı için tıklayınız.
Doğal nedenlere bağlı olarak milyonlarca yıldır bir salınım şeklinde devam eden iklim değişiklikleri görülüyor. Bu doğal sürecin dışında, insan eylemleri sonucu ortaya çıkan olumsuz çevresel baskılar iklim değişikliklerine etki ediyor. İklim değişikliğine insanların etkisi fosil yakıt tüketiminin artması sonucu ortaya çıkıyor. Kısaca, artan insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan sera gazlarının atmosferdeki oranının artması, küresel ısınma yol açarak iklim değişikliğine sebep oluyor. En önemli sera gazlarından biri olan karbondioksit CO2; araç egzozlarından, ısınma amaçlı yakılan yakıtlardan, fabrika bacalarından atmosfere bırakılıyor. Dünya genelindeki fosil yakıttan emisyonların yaklaşık yüzde 45’i kömür kullanımı sonucunda ortaya çıkıyor yüzde 35’i petrol ve yüzde 20’si de doğal gazdan kaynaklanıyor. İşte küresel iklim değişikliğinin etken ve etkileri… BEŞERİ ETKENLER FOSİL YAKITLAR Fosil yakıtlar; petrol, doğalgaz ve kömür türevlerinden oluşan enerji türleri olarak tanımlanıyor. Bu yenilenemeyen enerji kaynakları yoğun oranda hidrojen ve karbondan oluşuyor. Yanma sonucu havadaki oksijeni kullanarak oluşan kimyasal tepkime sonucunda CO2 gazı açığa çıkıyor. Bu durum da doğada sera gazı salınımına neden oluyor. Kömür Kullanımının Sera Gazı Salınımına Etkisi 2000 yılından bu yana Dünya’da, Çin ve Hindistan’daki patlayıcı büyümenin ardından kömürle çalışan güç kapasitesi iki katına çıkarılarak yaklaşık gigawatt’a GW ulaştı. Küresel ısınmanın 1,5 C’den daha azıyla sınırlandırılması gerekiyorsa, küresel olarak azaltılmamış kömür kullanımı son 10 yılda yaklaşık %80 oranında düşmeli, ancak bu dünyadaki tüm kömür santrallerini kapatmaya eşdeğer oluyor. Fakat bu durumun aksine planlanan yeni kömür rezerv alanları özellikle kömür sanayisinde ön plana çıkan ülkelerde artıyor. 2020 yılı itibarıyla 99 ülke toplamda yaklaşık gigawatt GW olan yaklaşık tamamlanmış, işlemeye devam eden ve planlanan kömür ünitesine sahip. Kullanım yoğunluğunun yanı sıra, tesislerin kullandığı kömür türü ve yakma teknolojisi de açığa çıkan CO2 miktarını etkiliyor. Düşük kaliteli linyit yakan tesisler, üretilen gigawatt saat GWh elektrik başına ton CO2 yayabiliyor ve daha az kirletici kaliteler için ise bu değer altına düşüyor. Türkiye ise kömür rezervi yoğun bulunan ülkelerden biri olmasa da kömür rezervinin bulunduğu ülkelerden biri. İstanbul, Türkiye’nin toplam sera gazı salınımlarının yüzde11’ini oluşturuyor. Bu oran New York ve Londra’dan azken, Paris’ten fazla. İstanbul’da karbon ayak izini yüzde 66 oranında sabit kaynaklar oluşturuyor. Sera gazı salınımında doğalgaz, kömür, petrol türevi enerji kaynaklarının etki oranı ise yüzde 31. Doğalgaz Kullanımının Sera Gazı Salınımına Etkisi Doğalgaz rezervinin en fazla olduğu ülke 2019 verilerine göre, milyarm³ ile Rusya. İran, Katar, ABD, Türkmenistan da Dünya’daki doğalgaz rezervlerinin büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Türkiye ise doğalgaz rezervinin yoğun olduğu ülkelerden değil; doğalgaz ihtiyacını dışa bağımlı olarak, doğalgaz rezervi açısından zengin ülkelerden karşılıyor. Doğalgaz, ısınma ve diğer enerji ihtiyaçlarının çoğunluğunu karşılıyor olsa da üretiminde birtakım eksiklikler bulunuyor. Doğalgazın yanması, 2018’de ABD enerji sektöründen kaynaklanan karbondioksit emisyonlarının üçte birini oluşturuyordu; doğalgazın çıkarılması ve taşınmasından kaynaklanan metan gazı sızıntıları ise küresel iklim değişikliğini daha da kötü bir hale getiriyor. Metan doğalgazın birincil bileşeni, 100 yıllık bir süre içinde karbondioksitten 21 kat daha fazla küresel ısınmaya katkı potansiyeline sahip. Fakat metan gazı on yıllar atmosferde karbondioksitten yaklaşık bir düzine yıl çok daha kısa süre kalıyor. Birincil enerji tüketiminin yaklaşık üçte birini oluşturan doğal gaz, elektrik enerjisi üretimi, sanayi, konut ve ticari binalar ve ulaşım dahil olmak üzere her ekonomik sektörde kullanılıyor. Petrol Kullanımının Sera Gazı Salınımına Etkisi Petrol, ulaşım için dünyanın birincil yakıt kaynağı. Amerika Birleşik Devletleri, 2017 yılı itibarıyla günlük 19,88 milyon varil petrol tüketiminde dünya lideri oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nin net petrol ithalatı günde 3,8 milyon varile ulaştı. Ancak aynı zamanda petrol, büyük çevre sorunları yaratıyor. Petrol sızıntısı ve çıkarmanın neden olduğu çevresel bozulmanın yanı sıra, petrolün yanması ciddi solunum problemlerine yol açabilen ince partiküller açığa çıkarıyor. Petrol önemli bir sera gazı emisyon kaynağı. 2017 itibarıyla Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sera gazı emisyonlarının %45’inden sorumlu. Avrupa petrol şirketi Shell, Kyoto Protokolünü destekliyor; kendi sera gazı GHG emisyonlarını azaltmak için iddialı bir hedef belirleyip yenilenebilir enerjiye yatırım yaptı. Tersine, büyük Amerikan petrol şirketi ExxonMobil, Kyoto Protokolü’ne karşı çıkıyor; kendi sera gazı emisyonları için herhangi bir azaltma hedefi belirlemiyor ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapmak için acil bir planı bulunmuyor. Elektrik Tüketimi ve Sera Gazı Enerjiyle ilgili girişimler, insan faaliyetleriyle bağlantılı tüm sera gazı emisyonlarının yaklaşık %86’sını oluşturuyor. Her türlü elektrik üretimi havamız, suyumuz ve üzerinde çevresel bir etkiye sahip, ancak değişiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde tüketilen toplam enerjinin yaklaşık %40’ı elektrik üretmek için kullanılıyor ve bu da elektriğin her kişinin karbon ayak izinin önemli bir parçası olmasını sağlıyor. Elektriğin daha verimli üretilmesi ve kullanılması, hem elektrik üretmek için gereken yakıt miktarını hem de bunun sonucunda yayılan sera gazı ve diğer hava kirliliği miktarını azaltıyor. Güneş, jeotermal ve rüzgar gibi yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektrik, genellikle hiçbir yakıt yakılmadığından iklim değişikliğine katkıda bulunmuyor. Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim, daha iyi bir gelecek yaratma hedefinde önemli bir rol oynuyor. Daha sıcak bir iklimde, Amerikalıların klima için daha fazla elektrik ve ısınma için daha az doğalgaz, petrol ve odun kullanacağı düşünülüyor. Ülkenin iklimi 1,8 °F kadar ısınırsa, soğutma için kullanılan enerji talebinin yaklaşık %5-20 oranında artması, ısıtma için kullanılan enerji talebinin ise yaklaşık %3-15 oranında azalması bekleniyor. Elektrik tüketiminin İstanbul örneğine baktığımızda ise; sera gazı emisyonunda elektrik tüketimi ilk sırada geliyor. Elektrik tüketimi en çok konut alanlarında ardından sanayi alanlarında görülüyor. Konutlardaki tüketimin 3/10’u kaçak elektrik; bu da ekonomik kaygıların elektrik tüketimine yansıması olarak okunuyor, elektrik tüketiminin sağlıksız bir yönü olarak Türkiye’deki başka bir etkidir. Endüstriyel Tarım ve Hayvancılık Küresel ölçekteki iklim değişikliğiyle mücadelede ana hedef olarak fosil yakıtlardan uzaklaşmaya odaklanmış olsa da, dikkate alınmayan ancak önem arz eden bir diğer konu endüstriyel hayvancılık ve bu sektörün çevreye olan etkisi. Endüstriyel tarım ve hayvancılık, fosil yakıtlardan sonra insan kaynaklı sera gazı emisyonlarında 2. Sırada bulunuyor ve ormansızlaşma, su-hava kirliliği ve biyolojik çeşitliliğin yok olmasının önde gelen sebeplerinden sayılıyor. Bir sera gazı emisyonu kaynağı olarak; hayvanların sindirim süreçlerinden ve kısmen hayvan gübresinden salınan metan gazı salınımı, ABD’de 2014 yılında toplam milyon mt CO2e’ye ulaştı. Arazi kullanım değişiklikleri ve toprak yapısındaki bozulmalar nedeniyle ormanlarda ve topraklarda depolanan karbon kaybı; yani hayvancılık amaçlı tarım alanları için ağaçların tamamen yok edilmesinden kaynaklı emisyonlar yılda yaklaşık 0,65 gigaton CO2e tutarında görünüyor. Hayvansal yem üretiminde kullanılan mineral gübreleri üretmek amacıyla yakılan fosil yakıtlar ise; örneğin mısır gibi yüksek enerjili ürünlere uygulamak amacıyla, yılda 100 milyon ton yapay azotlu gübre üretiliyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO tarafından hazırlanmış 2013 tarihli “Hayvancılık Yoluyla İklim Değişikliğiyle Mücadele” raporuna göre, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 14,5’inin yıllık olarak hayvancılık sektörüne atfedilebileceği tahmin ediliyor ve bu, büyük ölçüde arabalar, trenler, tekneler ve uçaklar dahil olmak üzere dünya üzerindeki tüm ulaşım araçlarının yaktığı tüm yakıttan kaynaklanan emisyonlara eşdeğer bir oranı. Hava ve küresel su kirliliğine en büyük katkıyı yapan tarım ve hayvan endüstrisi aynı zamanda küresel ormansızlaşmanın itici güçlerinden biri ve Amazon yağmur ormanlarındaki ormansızlaşmanın yüzde 75’i bu endüstriden kaynaklanıyor. Bugüne kadarki biyoçeşitlilik kaybının yaklaşık üçte biri de endüstriyel tarım ve hayvancılıkla ilişkilendiriliyor. Küresel ölçekteki bu sektör, insanlara göre 7-9 kat daha fazla atık üretiyor ve bunların çoğu arıtılmamış durumda. Ormansızlaşma Ormanlar dünyadaki kara kütlesinin yaklaşık yüzde 30’unu kaplıyor ancak hızla yok ediliyor. Dünya Bankası’na göre, 1990 ve 2016 yılları arasında dünyada 1,3 milyon kilometre karelik Güney Afrika’dan daha büyük bir alan orman yok oldu. Nature dergisinde 2015 yılında yapılan bir araştırmaya göre, insanlar ormanları kesmeye başladığından beri ağaçların yüzde 46’sı kesildi. Amazon yağmur ormanlarının yaklaşık yüzde 17’si son 50 yılda yok edildi ve kayıplar artmaya, ormanlar yok olmaya devam ediyor. Çiftçilik, hayvan otlatma, madencilik ve sondaj ormansızlaşmanın sebeplerinin yarısından fazlasını oluşturuyor. Ormancılık uygulamaları, orman yangınları ve küçük bir oranda kentleşme ise geri kalanını oluşturuyor. Malezya ve Endonezya’da, şampuandan tuzlu suya kadar her şeyde bulunabilen hurma yağı üretimi için ormanlar kesiliyor. Amazon’daki inek çiftlikleri ve özellikle soya tarlaları ise ormansızlaşmanın kilit sebeplerinden. Ahşap ve kağıt ürünlerini sağlamak amacıyla yapılan işlemler de her yıl sayısız ağacın yok olmasına neden oluyor. Konut alanları için geliştirilen araziler ve artan kentsel yayılmanın bir sonucu olarak ormanlar da kesiliyor. Genç ağaçların büyümesini engelleyebilecek kasıtlı veya kasıtsız orman yangınları ve aşırı otlatma gibi insan ve doğal faktörler de ormansızlaşmaya sebebiyet veriyor. Ormansızlaşma, yaşandığı alandaki insanları, bitki ve hayvan ekosistemini etkilediği kadar çevre alanları ve hatta dünyanın tamamını etkiliyor. Orman ve savan alanlarında yaşayan yaklaşık 250 milyon insan, çoğu dünyanın kırsal kesimlerinde yaşayan yoksullar arasında olmak üzere, geçinebilmek için ormanlara bağımlı. Dünyadaki kara hayvanlarının ve bitkilerinin %80’i ormanlarda yaşıyor ve ormansızlaşma, orangutan, Sumatra kaplanı ve birçok kuş türü de dahil olmak üzere türleri tehdit ediyor. Ağaçların katledilmesi, ormanı, gün boyunca güneş ışınlarını engelleyen ve geceleri ısıyı koruyan gölgelik kısımlarından mahrum bırakıyor. Bu bozulma, bitkiler ve hayvanlar için zararlı olabilecek aşırı sıcaklık dalgalanmalarına, ısı adalarına yol açıyor. Ulaşım Benzin ve dizel gibi fosil yakıtların kullanılması ile atmosfere bir sera gazı olan karbondioksiti salınıyor. Karbondioksit CO2 ve metan CH4, nitröz oksit N2O ve hidroflorokarbonlar HFC’ler gibi diğer sera gazlarının birikmesi, Dünya atmosferinin ısınmasına neden olarak, bugün şimdiden görmeye başladığımız iklimde değişikliklere neden oluyor. Ulaşım sektörü şu anda ABD’deki en büyük karbon emisyonu kaynağı. Birçok ABD şehir ve kasabasında, milyonlarca araçtan kaynaklanan emisyonlar arttığından, bireysel araç kullanımı en büyük kirletici. Sera gazı emisyonlarını azaltmak için yapılması gereken ise, toplu taşımadan bisiklete ve yürüyüşe kadar daha temiz ulaşım araçlarının kullanmak. Modern ulaşım ağırlıklı olarak petrole dayanıyor ve otomobiller ve küçük ticari kamyonlar ABD ulaşım sektöründen kaynaklanan CO2 emisyonlarının yarısını oluşturuyor. Bir galon benzin yakmak yaklaşık 20 libre CO2 üretiyor; bu da ortalama bir aracın her yıl yaklaşık 6 ila 9 ton CO2 ürettiği anlamına geliyor. Kullandığımız arabanın türüne göre araç sürmenin yarattığı emisyonlar azaltılabiliyor. 30 mpg’lik bir araba ömrü boyunca, 20 mpg’lik bir arabaya kıyasla yaklaşık $ yakıt tasarrufu sağlıyor. Dolayısıyla ihtiyaçları karşılayan en az kirletici, en verimli aracı seçmek daha uygun oluyor. Sadece 20 mpg alan bir araçtan 25 mpg araba alan bir araca geçmek, sera gazı emisyonlarınızı yılda 1,7 ton azaltacağı düşünülüyor. Çevresel Etkenler Küresel iklim değişimleri; volkanik patlamalar, güneş lekelerinde görülen değişimler, milankoviç döngüleri ve levha tektoniği sonucu kıtaların yer değiştirmesi gibi bir takım doğa olayları sonucu yaşanabiliyor. Dünya üzerinde geçmişte meydana gelmiş küresel iklim değişikleri, doğal nedenlerle meydana gelmiş küresel iklim değişiklikleri. Volkanik Patlamalar Volkanik patlamalar, küller ve tozlar gibi piroklastik maddelerin atmosfere boca edilmesine neden oluyor. Patlamanın yeterince kuvvete sahip olduğu durumlarda atmosferdeki birikme sonucu Güneş ışığının yeryüzüne ulaşması engellenebiliyor. Yeryüzünün, Güneş ışınlarının ısıtıcı etkisinden mahrum kalmasıyla kısa süreli soğuma gerçekleşiyor. Ancak volkanik püskürmeler sonucu ortaya çıkan kükürt dioksit, atmosferdeki su buharı ve tozla birleştiğinde oluşan sülfat aerosolleri Güneş ışınlarının yansımasını bir seneye kadar uzatabiliyor. Bahsi geçen bu soğutucu etki volkanik patlamalardan ortaya çıkan volkanik sera gazlarının ısıtıcı etkisinden çok daha kuvvetli. Ancak soğutucu etkinin şiddetini belirleyen bir dizi etmen bulunuyor. Bunlardan ilki volkanik patlamada ortaya çıkan madde miktarı. Nitekim volkanik patlamada ortaya çıkan madde sayısı arttıkça soğutucu etki artıyor. Öte yandan volkanın konumu da önemli bir etmen eğer volkan küllerini çok daha rahat -rüzgarları kullanarak- yayabileceği ekvatoral bölgelerde konumlanmaktaysa, soğutucu etkinin şiddeti de artıyor. 1815 yılında günümüz Endonezya’sındaki Tambora Dağı’nın patlaması küresel çapta kısa süreli bir soğumaya neden oldu. İnsan uygarlığı tarihinde bilinen en büyük patlamalardan birisi olan bu büyük patlama sonucu yazı olmayan yıl olarak bilinen soğuk bir dönemi tetikledi. İklim Değişikliğinin Etkileri Çevre Üzerindeki Etkileri İklim, çevre yaşamının başlangıcından günümüze kadar türlerin evrimleşmesi, değişimi ve çeşitliliği üzerinde büyük rol sahibi oldu. İklim değişikliği ile birlikte; hem su hem de kara ekosistemlerinde meydana gelen değişim, ekosistemlerin biyolojik dengesinde değişime neden oluyor. Azalan Biyoçeşitlilik Biyolojik çeşitlilik canlıların, yaşam alanı olarak adlandırılan ekosistemler ile arasındaki çeşitliliği, uyumu ve değişkenliği ifade eden dinamik bir sistem. Canlıların tür ve sayı bakımından büyüklüğü ise biyolojik çeşitlilik olarak ifade ediliyor. Yani biyolojik çeşitlilik bir bölgede bulunan canlıların tür ve sayı bakımından zenginliğini ifade ediyor. Bir ekosistem hayvan, bitki ve mikroorganizmalar gibi canlılar ile içinde yaşadıkları toprak, su, hava gibi yaşam alanlarında, canlı-cansız işlevsel olarak karşılıklı etkileşim içerisinde oluşturduğu bir bütün. Biyolojik çeşitlilik genetik, tür ve ekosistem çeşitliliğini içeren, yaşamın başlangıcından bu yana uzanan bir birikim. İklim değişikliği sonucunda su, kara ve havanın olumsuz etkilenmesi ekolojik dengeyi dolayısıyla biyolojik çeşitliliği etkiliyor. Bu durum; bazı türlerin habitatının değişmesine, yok olmasına veya göç etmesine neden olurken bazı türlerin ise popülasyon artışına yol açıyor. Dünyada var olan biyolojik çeşitlilik 3,2 milyar yıllık bir değişimin sonucunda ortaya çıktı. Türlerin değişimi, yok oluşu bu sürecin bir parçası oldu. Günümüze kadar, var olan canlı türlerinin %99’unun bu süreç içinde yok olduğu düşünülüyor. Buna karşın; doğal yolla bir yılda tükenen canlı türü sayısı bir veya iki tür ile sınırlıyken, insan etkisinden kaynaklanan tükenen tür sayısı yılda 1000 tane olduğu tahmin ediliyor. Küresel iklim değişikliği, küresel ısınmaya bağlı olarak yağış, nem, hava hareketleri, kuraklık gibi iklim olaylarının değişmesine dolasıyla habitatların dengesinin bozulmasına yol açıyor. Dünyanın sıcaklığı ortalama 15 derece ve geçtiğimiz yüzyılda sıcaklığı 0,6 derece arttı. 2100 yılında ise bu artışın 1,4-5,8 derece aralığında olacağı düşünülüyor. İklim değişikliği ile kuzeye kayan habitatların sonucunda, 3 ̊C’lik bir artışla canlıların yaşam alanları ortalama 500 m yükselerek kısıtlı bir alana kayacak. Kutup bölgelerinde sıcaklığın artması ve buzulların erimesi ile bu bölgedeki canlıların yaşam alanları ise artacak. 2100 yılında Kuzey Avrupa’da bulunan tür çeşitliliğinin %35’inden fazlasının o bölge için yeni olacağı, Güney Avrupa’da ise şu anda mevcut olan türlerin %25’inin iklim koşulları nedeniyle ortadan kalkacağı tahmin ediliyor. Aynı zamanda, küresel ortalama sıcaklığın 2100 yılına kadar 2 °C yükselmesi durumunda, şu anda var olan bitki türlerinin %18’ini ve memeli türlerinin %22’sinin yok olacağı tahmin ediliyor. Deniz Seviyesinin Yükselmesi Küresel ısınma ile birlikte, okyanuslar bu fazla ısının %80’ini çekti. Bunun sonucunda deniz seviyeleri 1880’den beri yaklaşık 23 cm yükselirken, bu yükseltinin yaklaşık üç santimi ise son 25 yılda oluştu. Bu rakam, Deniz seviyesindeki yükselişin nedenleri 2 ana madde şekilde açıklanabiliyor; Isıl genleşme Suyun sıcaklığı çekmesiyle birlikte, sıcaklığının artması sonucu ortaya çıkıyor. Son yüzyıldaki deniz seviyesi artışının yaklaşık %50’si okyanusların sıcaklığının artması sonucu genleşerek daha fazla yer kaplamasından kaynaklanıyor. Buzulların erimesi Küresel ısınma öncesinde yaz aylarında bir miktar eriyen buzullar, kış aylarında yağan kar ile eski haline dönebiliyordu. Fakat küresel ısınmadan kaynaklanın yüksek sıcaklıklar ile yaz aylarında eriyen buzul miktarını arttırıp kış aylarındaki kar yağışını ise azalttı. Ortaya çıkan bu dengesizlik ise buzullarda gerçekleşen erime sonucu deniz seviyesini yükseltti. Grönland ve Antarktika’nın buz tabakalarının kaybı Dağ buzullarında olduğu gibi, artan ısı Grönland ve Antarktika’yı kaplayan oldukça büyük buz tabakalarının daha hızlı erimesine neden oluyor. Bu durum da tıpkı buz dağlarının erimesi gibi su seviyesini yükseltiyor. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli; bu senaryo doğrultusunda 1,5 derece ısınma ile, okyanusların 2100 yılına kadar 26 ile 77 santimetre arasında yükseleceğini belirtmekte. Bu durum Amerika’nın batı kıyısındaki birçok şehri sular altında bırakmaya yetecek bir yükselmeyi ifade ediyor. NASA ve Avrupa verilerine dayanan başka bir analiz ise, bu yüzyılın sonuna kadar 65 santimetre artışı belirledi. İklim değişikliğinin insan sağlığı, yaşam alanları, toplum ve ekonomi üzerindeki etkileri bir biri ile yakından ilişkili. Toplumların yaşamını sürdürdüğü beşeri sistemde yer alan kentler, ekonomik faaliyetlerin üretim mekanı ve insanların sosyalleşme alanı. Ekolojik tahribatın artması ile birlikte ekolojik döngülerde bozulmalar ve dengesizlikler yaşanıyor. Bu doğrultuda ekosistem servisleri ekolojik bir yıkımın etkileri ile karşı karşıya kalıyor. Küresel iklim değişikliği, insan sağlığını koruma konusundaki çabalara engel oluşturuyor. İklim değişikliği insan yaşamı için giderek artan bir tehdit haline geliyor. Küresel iklim değişikliğine bağlı olarak ortaya çıkan çok çeşitli sağlık sorunları ile gün geçtikçe daha sık karşılaşılmaya başlanıyor. Toplum gündemine taşınmasına yönelik çabalar ise son zamanlarda arttı. Post Views 8
Küresel iklim değişikliği sadece insanları değil hayvanları ve bitkileri de daha yaşanabilir alanlara göç etmeye zorlarken bu değişimin uzun yıllar sonra fark edilebileceğini belirten İstanbul Teknik Üniversitesi İTÜ Ekoloji-Evrim Ana Bilim Dalı Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Demet Biltekin, "Günümüzdeki Akdeniz bitki örtüsünü belki de 100 sene sonra Karadeniz'de göreceğiz" değişikliği ve küresel ısınma, bitki göçünün yaşanmasında en önemli etkenlerin başında atmosferdeki milyon parçacıktaki karbondioksit yoğunluğu 350 ppm milyonda bir birim değerinin üstünde ölçülüyor. Bu rakam, iklim değişikliğine karşı güvenli üst sınırın aşıldığı anlamına geliyor. Endüstri öncesi 280 ppm düzeyinde olan ve son 800 bin yıldır 300 ppm seviyesini aşmayan bu değerin, bundan yaklaşık 50-100 sonra 450 ppm düzeyine ulaşacağı karbondioksit yoğunluğu ve sıcaklık değerine adapte olamadıkları için bitkiler, kendine özgü ekolojik yaşama adapte olmalarını gerektiren koşulları aramaya başlıyor. Bitkilerin göç ederken yaşam alanlarını belirlemesini etkileyen parametreler arasında sıcaklık dışında, yağış da bitkiler, yaşam alanlarında varlığını devam ettiremiyorsa biraz daha yüksek, serin ve nefes alabileceği kesimlere doğru göç etmeye başlıyor."Babadağ akçaağacı, Liquidambar gibi nesli tehlike altında olan türlerden biridir"İTÜ Ekoloji ve Evrim Ana Bilim Dalı, Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Demet Biltekin, geçmişten günümüze dünyada ve Türkiye'de çevre sorunlarının artması sonucu göç eden bitki türlerine ilişkin soruları Anadolu'ya baktıklarında çok farklı bir flora ile karşılaştıklarını belirten Biltekin, "Bazı ağaçlar Anadolu florasından yok oldular ama bir kısmı da varlığını devam ettiriyor. Biz bunlara kalıntı relikt bitki diyoruz. Anadolu'da Akdeniz coğrafyasını düşünürsek, kalıntı bitkileri, en önemli bitki türleri arasında gösterebiliriz. Bilimsel adı Liquidambar orientalis olan Anadolu sığla ağacı, artan hava sıcaklıkları ve iklim değişikliğiyle tehlike altında olan türler arasında. Liquidambar orientalis, ya bu koşullara adapte olacak ya göç edecek ya da yok olacak bir türümüzdür. Yine dünyada sadece Fethiye'de yetişen Babadağ akçaağacı var, bu ağaç da Liquidambar gibi nesli tehlike altında olan türlerden biridir." diye konuştu."Bitki göçünün etkilerini belki 100 yıl sonra göreceğiz"Değişen koşullara adapte olamayan bitkilerin göç etme serüveninin başladığına, bunun ise çok yavaş bir süreç olduğuna dikkati çeken Biltekin, sözlerine şöyle devam etti"Bitkilerdeki göç birden olmaz. Bugünün göç etkilerini belki 100 yıl sonra göreceğiz. Örnek vermek gerekirse günümüzdeki Akdeniz bitki örtüsünü belki 100 sene sonra Karadeniz'de göreceğiz. Göç yolundaki en önemli faktör dağ silsilesidir. Özellikle Konya ve Ankara hattı düz bir arazi olduğu için göç olayı o kesimlerden ziyade Torosların, Hatay'ın kuzey kesiminde 2 kola ayrılıyor. Biz oraya Anadolu Diyagonali ya da Anadolu Çaprazı diyoruz. Buradaki dağ silsileleri boyunca göç, bu rotalarda gerçekleşecek ve bizler bir 100 yıl sonra Akdeniz bitki örtüsünü Karadeniz'de göreceğiz. Bu göç hadisesi çok önemli çünkü sıcaklık arttığı zaman bitkiler adaptasyonunu kaybedeceği için dağ silsilesi boyunca daha yukarılara, yüksek ve serin kesimlere göç edecek.""Ağaçlarla birlikte kuşlar da göç ediyor"Ekosistem göç ettiği ve değiştiği zaman sadece bölgedeki bitkilerin değil ekosistem içerisinde yaşayan kuşların, böceklerin de etkilendiğini hatta bazı canlı türlerinin de ağaçlarla birlikte göç ettiğini aktaran Biltekin "Buna ardıç ağacı çok güzel bir örnektir. Çünkü ardıç kuşları bu ağacın meyvesinden beslenerek varlığını devam ettiriyor. Ardıç ağaçları göç ettiği zaman, ardıç kuşları da göç edecek çünkü ardıç ağacının tohumlanmasına kuşlar vesile oluyor. Tabii bu bütün ağaç ve bitkilerde oluşmaz, dünyamızda ağaçların çoğunluğu tohumlanmayı, polenlemeyi rüzgarlarla taşınarak gerçekleştirir." ifadelerini geçmiş tarihte var olup nesli tükenen ama başka coğrafyalarda varlığını sürdüren ağaçlar olduğunun bilgisini veren Biltekin, bunlara örnek olarak Türkiye'de yok olan ancak günümüzde Çin'in güneyinde görülen Taxodiaceae familyasını yaklaşık 12 binin üzerinde bitki taksonu bulunduğuna, bunlardan 3 bin 700'ünün endemik bitki türleri olduğuna dikkati çeken Biltekin, şöyle devam etti"Avrupa ile kendimizi kıyasladığımız zaman çok zengin bir endemik bitki florasına sahibiz. Aynı zamanda ülke olarak, İran, Turan, Avrupa, Sibirya ve Akdeniz bitki fito-coğrafyalarının tam ortasında yer aldığımız için çok zengin bitki çeşitliliğine sahibiz. Tabii bu endemik bitkilerin bir kısmı değişen iklim ve sıcaklık koşullarına adapte olurken kimi de değişen koşullara uyum sağlayamıyor ve yok oluyor. Avrupa'da yapılan çalışmalarda da bitkilerin Avrupa'nın kuzeyine göç ettiği gözlemlenmiştir. Bizde de 100 yıl sonra, Akdeniz bitki türlerinin Karadeniz bölgesine kadar göç edeceği, oralarda varlığını sürdüreceği düşünülüyor. Anadolu sığla ağacı, Babadağ akçaağacı, Pterocarya kanatlı ceviz, Toroslarda sık görülen Lübnan sediri denilen sedir ağaçları bu türler arasında"Biltekin, sözlerini, İTÜ Maden Mühendisliği Bölümü'nde yer alan laboratuvarda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi vererek tamamladı"Laboratuvarımızda öğrencilerimle birlikte, Gölhisar Gölü çevresinden toplanmış yosun örneklerini inceliyoruz. Böylelikle oradaki bitki örtüsü hakkında bilgi elde etmiş olacağız. Laboratuvarda yaptığımız araştırmalarda görüyoruz ki küresel iklim değişikliği nedeniyle gelecekteki biyoçeşitliliğin etkilenecek olması en önemli unsur. Hem ülkemizde hem de dünyada alınması gereken önlemlerin en başında, fosil yakıtların ve çevre kirliliğinin azaltılması, atmosferdeki sera gazlarının seviyesinin düşürülmesi yer alıyor. Çünkü iklim değişikliği nedeniyle gelecekte sıcaklığın 5,5-6 santigrat derecede artacağı öngörülüyor ki bu çok büyük bir sıcaklık değeridir. Kutuplardaki buzulların erimesi, deniz seviyelerinin artması, çoğu kıyı alanlarının yok olması ve ülkemizdeki küresel ısınma bağlamında sıcaklığın artmasıyla İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'daki kuraklığın artması da bitkilerin varlığını tehdit edecek unsurlardır çünkü bazı bitkiler dere veya göl kenarında yetişiyor. Göl ve sulak alanlar kuruduğu zaman da bitki türlerimiz için yaşam alanı sona ermiş oluyor."AA
İklim değişiklikleri tarih boyunca dünyada var olan tüm uygarlıkları derinden etkileyerek tarım, sağlık, ekonomi, sosyal yaşam, sanat ve göç gibi alanlarda varlığını gösterir. Bazı araştırmalar iklimin, uygarlığın oluşmasında oldukça önemli bir rol oynadığını söyler. Hatta tarihsel verilere göre iklim şartları, önemli politik olayların başlangıcını, gidişatını ve davranış biçimlerini baskın bir şekilde etkiler. Son gelişmeler ışığında tarihten günümüze iklim değişiklikleri ve bunun uygarlıklara etkilerini örnekleriyle anlatmaya çalışalım…Paleolitik Çağ 2 000 000 – 22 000Eski Taş ya da Yontma Taş Devri olarak adlandırılan bu dönemin jeoloji bilimindeki karşılığı Pleistosen Dönem yani buzul dönemdir. Dünya genelinde insanların yaşam alanını mağaralar ve kavuklar oluştururken Anadolu’da ise geçici açık hava yerleşmeleri ve kaya sığınakları da yaşam alanı olarak kullanılır. Önce toplayıcı bir yaşam süren insanlar daha sonra avcılık da yapmaya başlar. Uygarlığın gelişiminin en erken evresi olduğundan iklimin etkileri bu dönem daha kısıtlı fakat daha belirgindir. İklim değişiklikleri sebebiyle konar-göçer tarzı yaşam Çağ 22 000 – 10 000Bu dönem, Neolitik Öncesi Dönemdir. Jeolojideki karşılığı Holosen Dönemidir. Pleistosen buzulları iklimde görülen ısınma sebebiyle yavaş yavaş çekilir. Bunun sonucunda orta enlem kuşağı bölgeler yaşam alanı olarak daha elverişli olur. Ön-Asya bölgesinde iklim, diğer yerlere göre daha sıcaktır. Dolayısıyla Ön-Asya bölgesinde Mezolitik Çağ diğer bölgelere göre daha erken başlar. Bu dönem Avrupa’da ise XV bin ile VI bin yılları arasını ren geyiği ve balık gibi hayvanları avlamak için yerleşim yerlerini ırmak, göl, bataklık ve deniz kıyılarına taşır. Bu çağın sonlarına doğru insanlar tarımsal yaşama geçer ve hayvanları evcilleştirmeye başlar. Özellikle arpa ve buğday gibi tahılların kolay yetişmeye başlaması ile yerleşik yaşama geçiş Çağ Uygarlıkları 3200 – 476Bu dönemi tarihçiler Neolitik Dönem ile Eski Çağ arası dönem olarak da adlandırırlar. Arkeolojik ve antropolojik bulgulara göre buzulların her çekilişinde Avrasya anakarasındaki ilkel insanların sayısı artar ve topluluklar kültürel olarak gelişim gösterirler. 5000 – 3000 yılları arasında oldukça sıcak ve nemli bir dönem olur; buzullar önemli ölçüde erir; bununla birlikte deniz seviyesi 2,5 metre yükselir. Dolayısıyla Anadolu, Ortadoğu, İskandinavya hatta Grönland’da bile yerleşim yerlerinin izlerine dönem, üretime geçiş dönemidir. Kuraklığa bağlı olarak göllerin sınırlarının değişimiyle birlikte Anadolu’da yerleşmeler göl kenarlarına yapılır. Bulunan yerleşim yerlerinin en ünlüleri Konya gölü civarında Çatalhöyük, Suğla gölü çevresinde Süberde, Burdur gölünün batısında Hacılar, Fırat nehri kenarlarında Kareköy ve Söğüt Tarlası’dır. Anadolu’nun iç bölgelerinde yer yer ormanlık alanlar görülmesine rağmen özellikle son 3000 yıldır insanın acımasız doğa katliamı, aşırı hayvan otlatma, ormanlardan aşırı faydalanma, orman yangınları gibi sebepler yüzünden doğal ortamda ciddi bozulmalar meydana gelir. Bu, kuraklığı arttırır ve sele sebebiyet veren yağışları bitki örtüsünün tahrip olmasıyla Doğu Anadolu’da Fırat ve Dicle yer değiştirir. Bu durum Mezopotamya Ovasını genişletir. Tarımsal alanlarda tuzlanma başlar. Sulama için sel sularının tutulup dağıtılması ihtiyacına karşı insanlar mimari arayışlara yönelir. Bu dönemde ayrıca yıllık hasadın depolanması, dağıtılması gibi uygarlığın pek çok sorunu ve bunların çözümleri değişiklikleri yüzünden Anadolu’nun pek çok önemli limanı –Truva, Efes, Milet, Piren, Patara, Seleukeia Pieria gibi limanlar- olumsuz etkilenir. Nitekim bir kısmı deniz seviyesinin yükselmesi ile kaybolurken bir kısmı da kıyıdan uzaklaşır. Bunun en somut örneği, Efes Antik bölgesinde yarı nemli savan iklim şartlarının etkisiyle ağaçlı step ve savanlar gelişir. Fil, gergedan, zürafa, yaban keçisinin izlerine rastlanılır. Avrupa’da ılıman iklim koşulları sürmesine rağmen tarımsal fazlalığa sahip ürünler Mezopotamya’da görülür. Bu ürün fazlalığı ticaretin gelişimine ve paranın icadına yol 1600’lü yıllara gelindiğinde Santorini adasında yer alan Girit’in 112 km kuzeyi Santorini yanardağı patlar. Bu patlama Bronz Çağı’nda 1000 yıl boyunca Akdeniz’i etkiler. Araştırmacılara göre belki oluşan deprem, tsunami, volkanik hareketler belki de salgın hastalıklar Platon’un bile sözünü ettiği meşhur “Atlantis”in kaybolmasına yol İlk Çağ DönemiSoğuk İlk Çağ, 900 – 450 yılları arasında yaşanır. “Altatlantik çözülme” adı verilen iklim değişikliğine bağlı olarak Avrupa’da rüzgar ve nem dağılışıyla sıcaklık durumunda farklılıklar oluşur. Sıcaklığın düşmesi ile İskandinav ülkelerinden Avrupa içlerine doğru Cermen istilaları meydana gelir. Makedonyalılar güneydoğuya doğru göç ederek Yunanistan’ı işgal 300’lü yıllarda iklim yeniden ısınınca Büyük İskender pek çok bölgeyi hakimiyeti altına alır ve eski Yunan uygarlığını geniş bir yelpazeye yayar. Çin Uygarlığı yayılır ve İpek Yolu açılır. Roma İmparatorluğunun son dönemleri de sıcak döneme rastlar. İmparatorluk 375 yılında Kavimler Göçü ile önce ikiye ayrılır. Daha sonra tamamıyla ortadan Çağ Uygarlıkları 476 – 1453Sıcak Orta Çağ olarak da adlandırılan bu dönemde Vikingler, İzlanda ve Grönland’a yerleşirler. Bu dönemin en çarpıcı iklim değişikliği örneğine Maya Uygarlığında rastlanılır. Bu uygarlık, ilk kez 250-300 yıllarında Orta Amerika ile Meksika’nın güneyinde yer alan Yucatan’da ortaya çıkan Kızılderililerin döneminin çok üstünde mimari yapılarıyla dikkat çeken şehirler, yeraltı sarnıçları ve dünyanın en büyük yapılarından bazılarını inşa ederler. Bilim alanında özellikle astronomi ve matematikte gelişme gösterirler. Bu başarılı uygarlık, 950 yılına gelindiğinde aniden çöker. Anıtları, tapınakları, kentleri 50 – 100 yıl içinde boşalır. Buna sebep olarak araştırmacılar kasırga, deprem, kardeş cinayetleri yüzünden oluşan toplumsal sorunlar, toprak erozyonu, savan otlarının yayılması ve aşırı nüfus gibi pek çok neden öne Batı yarımküresinde başlayan Sıcak Orta Çağ Dönemi ile iklimlerin değiştiği göz ardı edilir. Bitki örtüsü ve hayvan türlerinin de değişimi ile bazı hayvanların Ekvator bölgesinden kuzeye göçü başlar. Yağmur düzeninin de farklılaşmasıyla Mayalar yeni şartlara uyum sağlayamazlar ve kentlerini terk yılları civarına kadar donan İskandinavya, İzlanda ve Grönland yerleşimleri, 950’li yıllara gelindiğinde ısınan hava koşulları sebebiyle yeniden ortaya çıkar. 1300’lü yıllarda sıcaklığın düşmesiyle bu yolların erişimi tekrar kapanır. Deniz yollarının kapanması ile donarak ölümler donma boyunca “Küçük Buzul Çağı 1350 – 1850” yaşanır. Yeni Çağ Uygarlıkları 1453 – 1789Orta Çağ Sıcak Döneminin sonuna doğru sıcaklıklar düşmeye başlar ve bu durum Avrupa ile Asya’da büyük sorunlara neden olur. Dolayısıyla bu döneme “Yeni Çağ Soğuk Dönemi” adı verilir. Kuzey Atlantik’ten İngiliz Adalarına doğru yönelen ani nem dalgası on yıl boyunca sürer; ekinlerin çürümesini ve nehir taşmalarını oluşturur. Bu durum 1315 – 17 yılları arasında “Büyük Açlık”a sebep yılında Çin’de Sarı Nehir üst üste taşar ve bu yüzden 2 000 000 Çinli -Orta Çağ’ın en büyük sel felaketidir- yaşamını yitirir. Cesetler ve su kirliliği yüzünden veba ilk kez Çin’de ortaya çıkar. Ticaret yoluyla limanlardaki hasta farelerle birlikte Avrupa’ya taşınan Kara Ölüm – veba; yalnızca iki yıl içinde Batı Avrupa nüfusunun üçte birinin yok olmasına neden olur. Kara Ölüm’den hemen önce iklim değişiklikleri yüzünden dört yıl boyunca kötü hava koşulları oluşur ve ekinlerin yetersiz hasadı ile açlıklar meydana Buzul ÇağıKüçük Buzul Çağı ile birlikte Avrupa’da belirgin sosyal değişiklikler görülür. İnsanlar evlerinde daha çok vakit geçirmeye başlar. Sanatta “romantik” düşünceler belirir ve politikada da “birey” kavramı ortaya Grönland’a yolculuk yapmakta zorlanırken, Eskimoların yerleşim yerleri Orkney Adaları İskoçya’nın kuzeyinde yer alan adalar topluluğu ile İskoçya’ya kadar genişler. Fakat üst üste açlıklar yaşayan İskoçyalılar Ulster’e Kuzey İrlanda göç ederler. Bu göç dalgası ile İrlandalılar ve İskoçlar arasında günümüze kadar yansıyan büyük sorunlar meydana gelir. İngilizler’in bu göçü kendilerine yönelik fırsata çevirmesi yüzünden İrlanda’da sosyal ve politik karmaşa oluşur. İklime uygun olarak en fazla yetişen ürün patates olduğundan Küçük Buzul Çağı’nda “Büyük Patates Açlığı” denilen trajedi meydana gelir. Açlık sebebiyle İrlanda’da bir milyondan fazla insan yaşamını Buzul Çağı’nın en soğuk dönemi boyunca İngiltere’de yetişen ürünlerin sezon süresi günümüze göre 1-2 ay daha kısa olduğundan yetersiz beslenme sorunu ortaya çıkar ve hatta Anadolu’dan tahıl ithalatı yaparlar. Dolayısıyla iklim şartları ürün fiyatları üzerinde önemli rol Çağ 1789 – Yakın Çağ’ın akla gelen en önemli iklim olaylarından biri “yazsız yıl” olarak da anılan 1816 yılına aittir. Tarihin en kötü kıtlıklarından biri Fransa ve çevresinde görülür. Binlerce insan açlıktan hayatını kaybeder. İklim değişikliklerine bağlı olarak Avrupa’dan ABD’ye göç olmakla birlikte ABD’nin içinde de göç dalgalanmaları vardır. Hava o kadar soğuktur ki insanlar evlerine hapsolur. Sanat ve özellikle edebiyat bu soğuk iklimden oldukça etkilenir. Yazsız yılda başta Mary Shelley İngiliz Yazar, 1797 – 1851 olmak üzere pek çok yazar korku türünde romanlar yazarlar. Frankenstein, Polidori ve Vampir romanları bu dönemde ortaya Neuberger 1970 yılında iklimin sanat üzerine etkilerini incelemek için ABD ve 8 Avrupa ülkesinde yer alan 41 müzede 12 binden fazla tabloyu araştırır. Yapım tarihleri 1400 ile 1967 yılları arasında değişen tabloları renklerine göre ayırarak bu tablolarla iklim değişiklikleri arasında bağlantı kurar. Küçük Buzul Çağı’nın maksimum olduğu boyunca hakim olan renkler koyuluk ve yıllardan sonra ortalama sıcaklık biraz daha artar ve buzullar erimeye başlar. Sanayi Devrimi ile gelişen teknolojiye bağlı olarak atmosfere karbondioksit, metan gibi sera gazları çok fazla miktarlarda salınır. Bunun sonucunda sıcaklıklar artar ve küresel ısınma başlar. 20. yy’ın ortalarından sonra kuraklık sorunu günümüze kadar ulaşır. Kuraklıklar sebebiyle 1900’lü yıllardan itibaren Hindistan’da 3 milyon, Çin’de 24 milyon, Rusya’da 5 milyon ve Afrika’nın Sahel bölgesinde ise 1972-75 yılları arasında 600 bin insan yaşamını iklimdeki dalgalanmalar sebebiyle pek çok canlının neslinin tükenmesi yüzünden hızla değişiyor. Günümüzde yaşadığımız orman yangınları en acı biçimde bitki örtümüzü yok erimesi sebebiyle geçtiğimiz yüzyıldan itibaren deniz seviyesi en az 15 cm birden yükseldi. .Arktik kutup buzullarının erimesiyle birlikte okyanus akıntıları değişikliğe uğradığından kutupların ısınmasını daha çok arttırıyor. Bölgede yaşayan başta kutup ayıları olmak üzere pek çok canlı yaşam savaşı başta olmak üzere pek çok yerde dağ buzulları hızlı bir şekilde yoğun oluşan yağışlar sebebiyle ülkemiz başta olmak üzere pek çok yerde sel felaketi gerçekleşiyor ve canlı yaşamları sona yüzey sıcaklıklarının ısınmasıyla birlikte pek çok mercan resifi ve deniz canlıları oldukça zarar sıcaklıklara bağlı olarak yüksek buharlaşma ve dolayısıyla kuraklıklar meydana Dağ SincabıTarım ürünlerinin zarar görmesiyle gıda açığı artmakta ve bunun eko-sosyal etkileri kendini suyunun asit miktarı artıyor. Okyanuslara karışan karbondioksit asitlik derecesini arttırıyor, bu da hem deniz ürünleri ile beslenen insanları hem de deniz canlılarını olumsuz şiddeti ve sıklığı artıyor; daha çok ısı dalgalanmaları Olarak;Canlılar arasında şüphesiz en bencil ve en kibirli olan yaratık insan! Hiçbir canlı insan kadar ekosisteme zarar vermedi, veremez! Bir yandan uzay maceralarında yeni bir yaşam alanı ararken bir yandan da yaşadığımız coğrafyayı hızla tüketiyoruz! Daha sayfalar dolusu yazacak sözüm var ama yazım şimdilik bitmek zorunda. Sözü Hubert Reeves’e Fransız Astrofizikçi, 1932 – bırakıyorum“Canlıların var olma hakkı tartışılamaz ve hiçbir canlının varoluşunu haklı göstermesine de ihtiyaç yoktur. “Zararlı türler” ve “zararlı otlar” sözleri, bitkilerin ve hayvanların bize hizmet etmek için var olduğunu ve üzerlerinde hiçbir sınır tanımayan bir hakka sahip olduğumuzu savunan, yüzyıllar öncesinden gelen bir önyargının yansımasıdır. Bu ifadeler benmerkezciliğimizin, ya da insanmerkezciliğin cahilliğimizin ve dar görüşlülüğümüzün doğrudan ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçekte, başka birçokları arasında bir türüz biz de, o kadar. Bu arada, yok olmalarından bütünüyle sorumlu olduğumuz, sayıları gittikçe artan, yeryüzünden silinmiş türlere bakacak olursak, doğanın dengesine ve yaşam çeşitliliğinin korunmasına zararlı tür nitelemesini, diğer tüm türlerden daha çok hak eden biz oluruz herhalde.”Kaynakça“Çevre Tarihi Açısından Küçük Buzul Çağı ve Sosyal Etkileri” Erişim Tarihi Değişikliği ve İnsan Sağlığı.” Erişim Tarihi Değişmeleri ve Uygarlık Üzerindeki Yansımalarına İlişkin Bazı Örnekler.” Erişim Tarihi
Diğer tüm canlı türleri gibi biz insanların da varlığı doğanın sağladığı imkânlara dayanıyor. Ancak küresel nüfus artışına bağlı olarak artan ihtiyaçların sürdürülmeyecek biçimlerde karşılanmaya çalışılması doğanın çok hızlı bir biçimde tahrip olmasına ve dolayısıyla doğanın sağladığı kaynakların ve işlevlerin çok hızlı bir biçimde tükenmesine yol açıyor. Bugün ekosistemler ve biyoçeşitlilik insanlık tarihinde şimdiye kadar görülmemiş bir hızla tükeniyor. Doğal kaynakların ölçüsüzce ve fütursuzca tüketimi insanlığın refahını ve gelecekteki varlığını tehlikeye düşürme noktasına geldi. Birleşmiş Milletler güdümlü Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu IPBES tarafından hazırlanıp Mayıs 2019’da ön özeti yayımlanan çok kapsamlı bir çevre raporu, işte bu durumu tamamen bilimsel bulgulara dayalı olarak tüm çarpıcılığıyla ortaya koydu. IPBES’in, resmi adıyla 2019 Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Küresel Değerlendirme Raporu doğanın, doğadaki ekosistemlerin ve doğanın insanlara fayda ve katkılarının durumunu inceliyor. Bununla birlikte, politika yapıcıları, hem insanlığın hem de doğanın faydasına yönelik politikalar geliştirirken ve uygularken daha bilgiye dayalı kararlar vermelerine yardımcı olacak bilgi ve bulgularla desteklemeyi amaçlıyor. 2005’te yayımlanan meşhur Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi üzerine inşa edilse de bulguları değerlendirmeye ilişkin yenilikçi yöntemler sunan IPBES raporu, şimdiye kadar bu alanda hazırlanmış en kapsamlı ve ilk hükümetlerarası onaylı rapor. Rapor 29 Nisan-4 Mayıs haftasında Paris’te toplanan 7. IPBES Kurulu’nda üye devletlerin temsilcileri tarafından imzalandı. Sıklıkla “IPCC’nin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli biyoçeşitlilik versiyonu” şeklinde de tarif edilen IPBES, 150 devletin üyesi olduğu hükümetlerarası bağımsız bir yapı. 2012’de bir araya gelen devletler tarafından kurulan IPBES, politika yapıcılara yeryüzündeki biyoçeşitliliğin, ekosistemlerin ve bunların insanlığa katkılarının durumu hakkında nesnel bilimsel değerlendirmeler ile bu doğal zenginliklerin korunmasına ve sürdürülebilir kullanımına yönelik araçlar ve yöntemler sunuyor. 2019 IPBES raporu 50’den fazla ülkeden, doğa bilimleri ya da sosyal bilimler alanlarından 145 uzman tarafından toplam sayısı yakın bilimsel ve resmi kaynak sistematik biçimde gözden geçirilerek son üç yıl içinde hazırlandı. Rapora 145 uzmandan başka 510 yazar daha katkı sağladı. Rapor biyoçeşitlilikte ve ekosistemlerde yaklaşık son 50 yılda meydana gelen değişimleri değerlendirirken izlenen ekonomik kalkınma yolları ile bunların doğa üzerindeki etkileri arasındaki ilişkiye dair kapsamlı bir tasvir sunuyor. Ayrıca birtakım olası senaryoların olası sonuçlarıyla ilgili öngörülerde de bulunuyor. IPBES Raporunda insanlık olarak biyoçeşitlilik kaybını durdurmak, doğanın tahribatını yavaşlatmak ve daha önce hükümetlerarası anlaşmalarla belirlenen biyoçeşitlilik, iklim ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini 2050 itibarıyla yakalamak istiyorsak her şeyin olduğu şekilde devam ettiği bir düzenin işe yaramayacağı gibi toplumları ve ekonomileri daha da risk altına sokacağı vurgulanıyor. Doğayı korumaya ve daha sürdürülebilir biçimde yönetmeye dönük politikalar ve eylemler konusunda gelişme sağlansa da bu gelişmenin doğanın tahribatına neden olan doğrudan ve dolaylı etmenleri bertaraf edebilecek düzeyde olmadığı, bunun için her alanda başlı başına birer dönüşüm niteliğindeki değişikliklere gidilmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Doğa İnsan Varlığı İçin Hayati Öneme Sahip IPBES raporunda doğa tarafından sağlanan, topluca ekosistem işlevleri ya da insan merkezli bir bakış açısıyla ekosistem hizmetleri diye adlandırılan ve insanların yeryüzünde varlığını sürdürebilmesi için vazgeçilemez nitelikte olan işlevlerin önemine değiniliyor. Doğa insanlara gıda ve hayvan yemi, enerji, ilaçlar, gen kaynakları ve çok çeşitli malzemeler sağlayarak insanların fiziksel refahı ve kültürün devamı için çok kritik bir rol oynuyor. Örneğin, 2 milyardan fazla insan birincil enerji ihtiyacını odun yakarak gideriyor; 4 milyar kadar insan, sağlığı için birincil olarak doğal ilaçlar kullanıyor; kanser için kullanılan ilaçların %70 kadarını ise ya doğal maddeler ya da doğadan ilham alınarak geliştirilen sentetik ürünler oluşturuyor. Doğanın rutin işleyiş süreçleri yoluyla hava kalitesini sürdürme, insanlığın muhtaç olduğu havanın, temiz suyun ve toprağın kalitesini koruma, temiz su sağlama, iklimi düzenleme, tozlaşma ve tarım zararlıların kontrolünü sağlama ve doğal afetlerin etkisini hafifletme gibi pek çok işlevi var. Örneğin, meyve ve sebzelerle kahve, kakao ve badem gibi ticari açıdan önemli ürünler de dâhil dünyada gıda olarak kullanılan tarım ürünü çeşitlerinin %75’ten fazlası için hayvanlar tarafından gerçekleştirilen tozlaştırma işlevine ihtiyaç duyuluyor. İnsan faaliyetleriyle atmosfere salınan karbonu tutarak atmosferden uzaklaştırabilen yegane araç olan denizel ve karasal ekosistemler her yıl insan kaynaklı salımın yaklaşık %60’ına karşılık gelen 5,6 cigaton civarında karbonu atmosferden uzaklaştırıyor. Doğa, insan sağlığını her yönden desteklediği gibi insan sağlığının ve hayat kalitesinin ilham ve öğrenme, fiziksel ve psikolojik deneyimler ve kimliklerin desteklenmesi gibi maddi olmayan yönlerine de katkı sağlıyor. Bu tür katkılar, değer biçilmesi hayli zor olsa da hayat kalitesinin ve kültürel bütünlüğün merkezini oluşturuyor. Doğanın çoğu katkısı insanlarla birlikte oluşturuluyor ancak insanların sağladığı imkânlar -bilgi ve kurumlar, teknoloji altyapısı ve finansal sermaye- bu katkıları sadece iyileştirebiliyor ve bu katkıların bazılarının yerine kısmen geçebiliyor. Öte yandan doğanın sunduklarından bazıları yeri doldurulamaz katkılar. Doğadaki çeşitlilik insanlığa belirsiz bir gelecek karşısında alternatifler seçme şansı tanıyor. Yerli Halklar ve Yerel Toplulukların Önemi Dünyadaki kara alanının en az dörtte biri geleneksel biçimlerde sahipleniliyor veya yönetiliyor ya da yerli halklar tarafından mesken tutuluyor. Bu alanlar resmi olarak korunmakta olan alanların yaklaşık %35’ini ve resmi koruma statüsü olmayıp insan müdahalesinin çok az olduğu karasal alanların yine %35’ini kapsıyor. Yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından yönetilen doğal alanlar üzerindeki baskı giderek artsa da bu alanlar diğer yerlere göre daha yavaş tahribata uğruyor. Yine de veriler tahribatın giderek hızlandığını gösteriyor. Örneğin yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından geliştirilen ve kullanılan yerel göstergelerin %72’si doğanın yerli geçim kaynaklarını tehlikeye sokacak ölçüde bozulmakta olduğuna işaret ediyor. İklim, biyoçeşitlilik, ekosistem işlevleri ve doğanın insanlara sağladığı faydalar üzerindeki değişimlerden kayda değer ölçüde olumsuz etkiler göreceği öngörülen alanlar da yine yerli halkların yoğun olarak yaşadığı ve dünyadaki en yoksul topluluklardan pek çoğunun yaşadığı yerler. IPBES raporunda yerli halkları ve yerel toplulukları içine alan geleneksel kurumları, yönetim sistemlerini ve birlikte yönetim rejimlerini kapsayan ve birbiriyle uyumlu yönetim sistemleriyle yerel bilgiyi harmanlayan bir yönetişim modelinin doğayı ve doğanın insanlara katkılarını korumaya yönelik etkin bir yol olabileceği vurgulanıyor. Doğayı Doğrudan Tahrip Eden Başlıca Etmenler IPBES raporuna göre, doğanın son 50 yılda küresel ölçekte geçirdiği değişim insanlık tarihinde eşi görülmemiş nitelikte. Çevre Raporunda küresel düzeyde doğaya doğrudan en çok zarar veren beş etmen, en büyük etkiden en aza doğru denizlerde ve karalarda arazi kullanımındaki değişimler; organizmaların doğrudan tüketilmesi; iklim değişimi; kirlilik; yabancı türlerin istilası şeklinde sıralanıyor. Doğrudan etmenler bir dizi dolaylı etmenden kaynaklanırken bu dolaylı etmenler de üretim ve tüketim kalıplarını da kapsayan toplumsal değerler ve davranışlar, nüfus dinamikleri ve eğilimleri, ticaret, teknolojik yenilikler ve yerelden küresele yönetişim biçimleri gibi pek çok unsurla ilişkili. Doğadaki değişime neden olan doğrudan ve dolaylı etmenlerdeki değişimler bölgeler ve ülkeler arasında farklılık gösteriyor. 1970’ten bu yana nüfus artışına, artan talebe ve teknolojik gelişmeye bağlı olarak tarımsal üretim, balık hasatı, biyoenerji üretimi ve malzeme tedarikinde önemli düzeyde artış gerçekleşti. Bu artış farklı ülkeler ve farklı toplum kesimleri arasında eşitsiz olarak bölüşülen bir bedel karşılığında mümkün oldu. Doğanın katkılarına ilişkin, topraktaki organik karbon ve tozlaştırıcı tür çeşitliliği gibi pek çok başka anahtar göstergede ise azalma görüldü. Yani, ekosistem hizmetlerinin bir kısmından yararlanılması başka ekosistem hizmetlerinin zarar görmesi pahasına gerçekleşti. Bu durum doğanın maddi katkılarından elde ettiğimiz kazancın çoğunlukla sürdürülemez olduğunu gösteriyor. Çarpıcı İstatistiklerle Doğanın Durumu IPBES raporu insanların doğal çevre üzerindeki etkilerine ilişkin çarpıcı istatistikler ortaya koyuyor. İşte doğanın durumunu betimleyen bu istatistiklerden bazı satır başları Karalardaki doğal ortamların yaklaşık dörtte üçü, denizlerdeki doğal ortamların ise %66’sı insan faaliyetleri sonucunda kayda değer ölçüde değişime uğramış durumda. Yerli halklar ve yerel topluluklar tarafından sahip olunan ya da yönetilen alanlarda bu eğilimler ortalama olarak daha hafif ya da daha az görülüyor. Dünyadaki kara yüzeyinin üçte birinden fazlası ve tatlı su kaynaklarının yaklaşık %75’i tarım ve hayvancılık faaliyetlerine adanmış durumda. 1970’den bu yana, tarımsal ürün üretiminin değeri %300, ham kereste hasadı ise %45 arttı; yenilenebilir ve yenilenemez kaynakların çıkarılma miktarı 1980’e göre iki kat artarak yılda 60 milyar tona ulaştı. Arazi bozunumu dünyadaki kara yüzeyinin %23’ünün verimliliğini düşürdü. Değeri yılda 577 bin ABD dolarını bulan miktarda tarım ürünü, tozlaştırıcı hayvan türlerindeki kayıplardan dolayı risk altında. Yine 100-300 milyon insan kıyı habitatlarının tahribatı yüzünden ve dolayısıyla bunların sağladığı doğal korumadan yoksun kaldıkları için seller ve kasırgalardan kaynaklı yüksek risk altında. Kentsel alanlar 1992’den bu yana iki katma çıktı. Plastik kirliliği 1980’den beri on kat arttı. Her yıl endüstriyel tesislerden çıkan 300-400 milyon ton ağır metal, çözücü, zehirli çamur ve başka atıklar yeryüzündeki sulara karışıyor. Kıyı ekosistemlerine sızan suni gübreler okyanuslarda toplam alanı kilometrekareyi geçen Türkiye yüz ölçümünün üçte birine yakın 400’den fazla sayıda “ölü bölge” oluşmasına neden oldu. Raporda dönüşüm niteliğindeki değişimleri içermeyen politika senaryolarının hepsinde, arazi kullanımı değişimlerinde, canlıların doğrudan tüketiminde ve iklim değişiminde öngörülen artışlardan dolayı olumsuz eğilimlerin 2050 ve sonrasında da devam edeceği öngörüldü. Tarım arazilerinin bozulmamış ekosistemlere doğru genişlemesi ülkeden ülkeye farklı düzeylerde gerçekleşti. Bozulmamış ekosistemlerdeki kayıplar birincil olarak gezegenimizin en yüksek biyoçeşitlilik düzeyine sahip noktaları arasında bulunan tropikal bölgelerde görüldü. Örneğin, 1980-2000 arasında 100 milyon hektar, yani ülkemizin yüzölçümünün dörtte üçünden fazlasına karşılık gelen bir alan kadar tropikal orman yok oldu. Latin Amerika’daki sığır otlatma faaliyetleri yaklaşık 42 milyon hektar ve Güneydoğu Asya’daki tarım faaliyetleri %80’ini çoğunlukla gıda, kozmetik, temizlik ve yakıt ürünlerinde kullanılan palm yağı üretimi için kurulan çiftliklerin oluşturduğu yaklaşık 7,5 milyon hektar bu tahribatın başlıca nedenleriydi. 1970’ten bu yana insan nüfusu iki kattan fazla 3,7 milyardan 7,6 milyara artış gösterdi ve bu artış ülkeler ve bölgeler arasında orantısız olarak gerçekleşti. Bununla birlikte gelişmiş ülkelerdeki ortalama gayrı safi yurt içi hasıla, en gelişmemiş ülkelerdekinin dört katını buluyor ve daha hızlı artıyor. Tüm bu artışlara üretim noktalarıyla tüketim noktaları arasındaki mesafelerin gitgide artması ve dolayısıyla üretim ve tüketim kalıplarının çevreye getirdiği yükün uzak bölgelere kayması da eşlik etti. Çoğunlukla 1900’den bu yana olmak üzere, karalarda bulunan başlıca habitatların çoğunda yerli türlerin ortalama çokluğu en az %20 azaldı. İstilacı yabancı türlerin sayısı ise ayrıntılı kayıtların tutulduğu 21 ülkede 1970’ten bu yana %70 oranında artış gösterdi. Yüksek düzeyde endemizmin yöreye özgü tür oranı görüldüğü yerlerde biyoçeşitlilik istilacı türlerden ciddi şekilde zarar görüyor. Son 50 yıl içinde yabani omurgalı türlerin popülasyon büyüklükleri karada, tatlı sularda ve denizlerde azalma eğilimi gösterdi. Böcek popülasyonlarındaki küresel eğilimler bilinmese de bazı yerlerde hızlı düşüşler olduğu ayrıntılı olarak belgelendi. 1870’lerden bu yana, mercan resiflerindeki canlı mercan örtüsünün yaklaşık yarısı yok oldu. Son 20-30 yılda küresel iklim değişiminin diğer etmenlerin etkilerini de şiddetlendirmesiyle kayıplar hızlandı. Değerlendirilen hayvan ve bitki türlerinin yaklaşık %25’inin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu tespit edildi. Bu da biyoçeşitlilik kaybına neden olan etmenlerin şiddetini azaltacak tedbirler alınmadığı takdirde, 1 milyona yakın türün şimdiden yok oluşun eşiğinde olduğunu, hatta pek çoğunun önümüzdeki birkaç on yıl içinde yok olabileceğini düşündürüyor. Bu tür tedbirler olmadan, şimdiden son 10 milyon yıl içindeki ortalama yok oluş hızının onlarca ya da yüzlerce katı düzeyde olan küresel tür yok oluşu hızında daha da artış olacağı öngörülüyor. İklim değişiminden kaynaklı olarak karada yaşayan uçmayan memelilerin yayılımının yaklaşık yarısının %47 ve tehlike altındaki kuşların yaklaşık dörtte birinin olumsuz olarak etkilenmiş olabileceği düşünülüyor. Tüm dünyada kültür bitkilerinin ve evcil hayvanların yerel çeşitleri ve soyları yok olma eğiliminde. Genetik çeşitliliği de içeren bu çeşitliliğin kaybı, pek çok tarım sisteminin tarım zararlıları, patojenler ve iklim değişimi gibi tehditler karşısındaki dayanıklılığına gölge düşürerek küresel gıda güvenliğini tehdit ediyor. Küresel Hedefler ve Politika Senaryoları Biyoçeşitlilikteki, ekosistem işlevlerindeki ve doğanın insanlığa pek çok katkısındaki geçmişte başlayıp günümüzde de devam eden düşüş, uluslararası toplumsal ve çevresel çoğu hedefin örneğin, ülkemizin de dâhil olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nde kabul edilen Aichi Hedefleri ile Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri için 2030 Gündemi’nde yer alan hedeflerin her şeyin şu anki hâliyle devam etmesi durumunda yakalanamayacağını gösteriyor. IPBES raporunu hazırlayan uzmanlar altı farklı politika senaryosunu ve bunların 2050 itibariyle biyoçeşitliliğe ve doğanın insanlara katkılarına yönelik öngörülen etkilerini inceledi. “Bölgesel Rekabet”, “Şu Anki Durumun Devamı”, “Küresel Sürdürülebilirlik” gibi başlıklar taşıyan senaryolarda birbirinden çok farklı politika seçenekleri ve yaklaşım kümeleri oluşturuldu. Sonuçta dönüşüm niteliğindeki değişiklikler içeren senaryolar haricindekilerde doğadaki, ekosistem işlevlerindeki ve doğanın insanlara katkılarındaki olumsuz eğilimlerin, arazi kullanımı değişimlerinde, canlıların doğrudan tüketiminde ve iklim değişiminde öngörülen artışlardan dolayı 2050’ye kadar ve sonrasında devam edeceği öngörüldü. Buna karşılık az-orta düzeyde bir nüfus artışını, enerji, gıda, yem, lif ve su üretiminde ve tüketiminde dönüşüm niteliğindeki değişiklikleri, sürdürülebilir kullanımı, kullanımdan kaynaklı faydanın eşitlikçi paylaşımını ve iklim değişimine yönelik doğa dostu uyum ve önleme yaklaşımlarını kapsayan senaryoların gelecekteki toplumsal ve çevresel hedeflerin gerçekleştirilmesini daha çok destekleyeceği yönünde tahminler yapıldı. Raporda dönüşüm niteliğindeki değişimlerin, çıkarları hâlihazırdaki sisteme bağlı olan taraflardan doğal olarak muhalefet görebileceği ancak daha geniş çaplı bir kamu yararı için bu muhalefetin üstesinden gelinebileceğine de değiniliyor. Politika Araçları, Seçenekleri ve Örnek Uygulamalar Politik eylemlerin ve toplumsal inisiyatiflerin doğanın tüketilmesinin etkileri, yerel ortamların korunması, sürdürülebilir yerel ekonomilerin teşvik edilmesi ve tahribata uğrayan alanların iyileştirilmesi konularında farkındalığın artmasına yardımcı olduğu biliniyor. Bunlar, çeşitli kademelerdeki inisiyatiflerle birlikte, ekolojik olarak temsil edici ve birbiriyle yeterli düzeyde bağlantılı mevcut korunan doğal alan ağlarının ve başka tür alan temelli koruma tedbirlerinin genişletilmesine ve güçlenmesine, ayrıca havzaların korunmasına ve kirliliği önleyici teşvik ve yaptırımlara katkı sağladı. IPBES raporunda bunların farklı yerler, sistemler ve ölçekler için de başarılabilmesine yönelik olası eylem ve yöntemlerin betimleyici bir listesi sunuluyor. Tarımda İyi tarımsal ve agroekolojik uygulamaların teşvik edilmesine; çok işlevli arazi planlamasına aynı anda gıda güvenliğini, geçim kaynağı imkânlarını, türlerin ve ekosistem işlevlerinin devamlılığını sağlayabilen ve sektörler arası bütünleştirilmiş yönetime vurgu yapılıyor. Ayrıca gıda sistemindeki tüm aktörlerin üreticiler, kamu sektörü, sivil toplum ve tüketiciler de dâhil olmak üzere daha derinlikli katılımının ve daha bütüncül bir arazi ve havza yönetiminin önemine; genlerin, çeşitlerin, kültür bitkilerinin, evcil hayvan soylarının, yerel çeşitlerin ve türlerin korunmasına; pazarlamada şeffaflıkla tüketicileri ve üreticileri güçlendiren yaklaşımlara, daha gelişmiş dağıtım ve yerelleştirmeye yerel ekonomileri canlandıracak biçimde, yeniden yapılandırılmış bir tedarik zincirine ve gıda israfının azaltılmasına dikkat çekiliyor. Denizel Sistemlerde Balıkçılık yönetiminde ekosistem temelli yaklaşımlara; uzamsal planlamaya; etkili kotalara; denizlerdeki korunan alanlara; denizlerdeki önemli biyoçeşitlilik alanlarının korunması ve yönetimine; okyanuslara dökülen sularla taşınan kirliliğinin azaltılmasına ve üretici ve tüketicilerle birlikte yakından çalışmaya vurgu yapıldı. Tatlı Su Sistemlerinde Önerilen politika seçenekleri ve eylemleri, işbirlikçi su yönetimi ve daha fazla eşitlik için daha kapsayıcı su yönetişimini; su kaynakları yönetimiyle arazi planlamasının farklı ölçeklerde daha iyi bütünleştirilmesini; toprak erozyonunu, dip tortusu birikimini ve denize dökülen suların yarattığı kirliliği azaltacak uygulamaların teşvik edilmesini; su depolanmasının artırılmasını; net sürdürülebilirlik kriterlerine sahip su projelerine yatırımların teşvik edilmesini; tatlı sularla ilgili bütünlüğünü yitiren pek çok politikanın ele alınmasını kapsıyor. Kentsel Alanlarda Doğa temelli çözümlerin teşvik edilmesi; düşük gelir düzeyli topluluklar için kentsel hizmetlere ve sağlıklı bir kentsel çevreye erişimin artırılması; yeşil alanlara erişimin geliştirilmesi; özellikle yerel türleri barındıran kentsel mekânlarda sürdürülebilir üretim ve tüketim ile ekolojik bağlantılılığının sağlanmasının önemi vurgulandı. Umut Kaynağı Bir Uyarı IPRES raporu pek çok uzmana göre insanlığa ama özellikle de politika yapıcılara, insanlık olarak farklı bir gelecek inşa edebilmek için hâlâ bir şansımız olduğunu hatırlatan, dolayısıyla çarpıcı uyarıların yanında bir umut ışığı da yakan bir belge niteliğinde. Raporun sunduğu çarpıcı veriler, dünyanın her yerinde günlük telaşlara dalmış insanlar ve yöneticiler için doğanın ve ekosistemlerin -dolayısıyla insanlığın varlığının- geleceği konusunda ne kadar uyandırıcı olur bilmiyoruz ancak insanlığın bu konuda hareket geçme kararı vermesi durumunda raporun önemli bir kaynak ve dayanak sağlayacağı aşikâr. Kaynaklar
küresel iklim değişiminin bitki ve hayvanlar üzerindeki etkilerine örnekler